KURAK GÜNLER FİLM İNCELEMESİ

 

Dt.Seyfettin BABAT

Sosyolog-Aile Danışmanı

KURAK GÜNLER

 

Avcı, bir ava dönüşür mü? Dönüştürülebilir, dönüşebilir ve hatta dönüşür.

 


"Kurak Günler" in Cannes Film Festivali Afişi

Emin Alper’in yazıp yönettiği, “Kurak Günler”  filmi, yüzeyde bir av-avcı filmi gibi görünmesine rağmen, çok katmanlı, bol sürprizli ve soluksuz izlenen bir film olarak geçtiğimiz günlerde seyircisiyle buluştu. Filmde günümüzde yaşanan birçok sorun,  seyirciyi sıkmadan, boğmadan anlatılmış. Yönetmen, muhteşem bir final ile seyirciye umut aşılamayı da ihmal etmiyor.

Kurak Günler filminin Senarist ve Yönetmeni
EMİN ALPER


Sistemin yarattığı “kötülüğün sıradanlığı” kavramı, didaktik olmadan filmin tamamına ustaca yedirilmiştir. Bu kavram, akıl almaz kötülük işleyenlerin, birer canavar ya da şeytan olmadıklarını aksine hepimiz gibi normal, sıradan insanlar olduklarını anlatmak için Arendt tarafından ileri sürülmüştür. Psikolojide, uygun koşullar sağlandığında hemen herkesin bu eylemlerin faillerine dönüşebileceğine dair sayısız deney vardır. Arzu edenler daha detaylı bilgi için Milgram ve Zimbardo’nun bu konudaki deneylerine bir göz atabilirler. Film, sıradan ve hatta adaleti sağlamakla yükümlü bireylerden bazılarının uygun şartlar oluştuğunda kötülüğün kendisine birer fail olarak ya da uzaktan dâhil olabileceklerine parmak basıyor. Aslında sistematik hale dönüşen kötülük, dikkatli olmazsanız bir balçık gibi sizi içine çekebilir, diyor yönetmen, bir söyleşisinde. Yirminci yüzyılın ilk yarısında yaşanan savaşlarda onca kötülüğü yapanların, akşam evlerine gittiklerinde çocuklarının başını okşayan, şefkatli babalar, eşler oldukları anlaşıldığında tüm dünya şaşkınlığını gizleyememişti. Kimisi sadece masa başında, kimisi de bizzat eylemin içinde olarak yaşamışlardır bu süreci. Eylemi gerçekleştirenlerin otoriteyle özdeşleşme oranı çok yüksek olan bireyler oldukları gözden kaçmamalıdır. Mevcut sistem, çeşitli yöntemlerle bu itaat duygusunu pekiştirir.

Hannah Arendt
https://hukukbook.com/hannah-arendt/  sitesinden alınmıştır.

Emin Alper, tüm bunları metaforlar üzerinden ( av, avcı, obruklar, balçık, fareler) gözümüze sokmadan, usta bir sinema diliyle anlatırken, son yıllarda yaşanan toplumsal değişimlerin yarattıkları üzerinde düşünmemizi de istiyor. Sanırım, filmin geneline yansıyan bu istek yüzünden olsa gerek, filmden çıktıktan sonra etkisi uzun sürüyor ve bu sorunlar üzerinde konuşma ihtiyacı duyuyor insan.


Karakterlerini sadece göstermekle yetinen anlatı, hemen hepsine eşit bir mesafeden bakmamızı sağlıyor. Bulundukları yerlerde, ortamın sosyokültürel normları ile hareket eden ve bunu normalleştiren, eylediklerinin sorgulanması gerektiğinden bihaber insanlar geçidi var filmde. Ama çeşitli nedenlerle sistemle bütünleşen, olanın olduğu gibi kalması için çabalayanların yarattıkları küçük küçük çatlakların zaman içinde büyük deliklere (filmde obruk metaforu ile anlatılıyor.) dönüşmesi kaçınılmazdır. Bu delikler hepimizi yutacaktır. Peki, bir çıkış var mı? Belki de…




Sınırlı sinema bilgimle şunu diyebilirim ki yönetmen senaryo üzerinde çok çalışmış. Ne bir fazlalık ne de bir eksikliği var metnin. Finale doğru yaklaştıkça artan temposu ve bir anda değişen bakış açısı ile iki saat boyunca seyirciyi koltuğa mıhlıyor.


"Kurak Günler"in Ulusal Vizyon Afişi

Film, başladığı obrukta bitiyor. Ama bu sefer film kahramanının durduğu yer farklı. Avcı, av olmuştur artık. Yönetmen bir çember çizmiş diyeceğim, ama filmin çok katmanlı yapısı yüzünden bunun bir küre olduğuna daha çok inanıyorum. Açılışın hemen ardından gelen sahnede, filmin ilerleyen bölümlerinde bir linçin yaşanacağının işareti veriliyor. Emre karakterinin gözüyle artık sıradanlaşan kötülüğün hüküm sürdüğü tekinsiz bir kasabaya davet ediliyoruz. Aslında burası bir türlü uyanamadığımız kâbuslarımızın mekânıdır.


         Episodlar halinde ilerleyen filmde bilinçli bir şekilde muğlâk bir anlatı benimsenmiş. Karakterlere belirli bir mesafeden bakan bu yöntemle kahraman ya da kahramanlara ait belirsizlik finalde dahi korunmaya çalışılmış. Hatırlamayı zorlaştıracak şartların varlığı, bilinçli olarak saklanan bilgiler filmde kafamızı allak bullak etse de karakterlerin de bizler gibi sıradan insanlar olduklarını anlamamıza yardımcı oluyorlar. Yönetmen, seyircinin iyi olanla özdeşleşmemesi ya da kötü olana dayanaktan yoksun bir hınç duymaması için bu yönteme başvurduğunu söylüyor. Aristo’nun deyimiyle katarsis yaşanmasını istememiş. Gerçekten de şartlar oluştuğunda herkesin dâhil olabileceği eylemler üzerine kurmuş hikâyesini. Bu da anlatıyı klasik bir iyi-kötü çatışması olmaktan kurtarmış, filmi kendine özgü kılmıştır.

         Yer altı sularının hoyratça ve bilimdışı yöntemlerle kullanılması sonucu ortaya çıkan obruklar, uçsuz bucaksız kuru topraklar, kasaba atmosferini ağırlaştıran dar ve engin mekânlar, tempoya eşlik eden ses ve müzikler yerinde ve dozunda kullanılmış. Buna eşlik eden kurgu ve abartısız oyunculuk da ayakta alkışlanmayı hak ediyor.


     Hikâyenin geçtiği Yanıklar, geleneksel yapıların hâkim olduğu bir kasabadır. Kasabaların genel özelliği kent ve köy arasında sıkışmış bir idari birim olmalarıdır. Bir yanı büyümek ister, bir yanı ise sahip olduğu geleneksel yapıyı korumak için ölesiye mücadele eder. Çünkü yüzyıllardır devam eden ve kuşaklararası bir aktarımla sürekliliği sağlanan otoriter geleneksel sistemin sağladıkları vazgeçilemez derecede kutsaldır, gereklidir. Yoksa inandıkları her şey çökecektir. Yanıklar da öyledir. Arazi şartları yüzünden izole bir coğrafyası vardır. Daracık yollar, basık tavanlı evler, girmek için eğilmeniz gereken kapı eşikleri bu sıkışıklığı seyirciye çok iyi hissettiriyor.

Kasabalarda kimse kimsenin gözünden kaçamaz. Her an birileri sizi izliyor ya da hakkınızda konuşuyor olabilir. Ataerkil yapının hüküm sürdüğü Yanıklar’da “Toksik Erkeklik” diye tanımlanabilecek ve kimsenin itiraz edemeyeceği bir davranış biçimi hâkimdir. Toplumsal yapı, erkek egemen iktidarın devamı için kurgulanmıştır. Erkekler, özel ve kamusal her alanda vahşice ve  gereksiz bir şiddetle  yaşarken akıttıkları her kan karşısında hedonik bir haz alırlar. Sokaklarda gördüğümüz kan izleri bu gücün simgesidir adeta.


“Filmdeki ironilerden biri de hepsi erkek olan kasaba eşrafının neredeyse tamamını görmemize rağmen, kadınların kamusal alanlardaki yokluğudur. Ayrıca yönetmen, hikâyeye baştaki anneyi saymazsak sadece iki kadın karakter yerleştirerek “Toksik Erkeklik”, “Hegemonik Erkeklik” ve toplumsal cinsiyet eşitsizliğini çok çarpıcı ve etkili anlatmayı başarmış, diye düşünüyorum. Kadın karakterlerden biri zekâ yaşı geri ve sadece dürtüsel davranışları olan Pekmez, diğeri de okumuş, eğitimli ve kasabaya dışarıdan gelen ama kendince nedenleri yüzünden sistemin dışında kalmamak için Deniz Kandiyoti’nin kavramsallaştırdığı, kadınların mevcut ataerkil sisteme neden ve nasıl uyum sağladıklarını anlatmak kavramsallaştırdığı “Ataerkil Pazarlık” dediğimiz sözsüz antlaşmayı yapmış Hâkim Zeynep karakteridir. Filmde bir başka kadın yoktur. Sistem onları ya sindirmiş ya da görünmez hale getirmiştir. O kadınlar, özel alanda sıkışmış ruhlardır adeta.

Deniz Kandiyoti
 Görsel https://learningpartnership.org/people/deniz-kandiyoti sitesinden alınmıştır.

Kasabaya yeni atanan çiçeği burnunda genç Cumhuriyet Savcısı Emre, bazen kibir gibi görünen tavırlarıyla adaletin herkese eşit uygulanabileceğine inanan biridir. Günümüz aydınlarından biri sayılabilir. Ama klişe değildir. Yüzleşeceği acıları yoktur. Büyük şehirde yaşamış, onun dışında bir yaşam biçimine tanıklık etmemiş, ama adaletin herkese eşit mesafede olması gerektiğine inanmaktadır. Ama o da bir insandır, zaafları vardır ve yüzüne vuran toyluğu yaşayan biridir. 


Kasabanın ileri gelenleri tarafından sözde bir misafirperverlik ve sevgi ile karşılanır. Ancak o, özel davetlere icabet etmez. Yine de sisteme entegre olmuş Hakim Zeynep’in bir sözü ile Belediye Başkanının yemek davetine gider. Bağ evinde geçen bu sahne düğümün atıldığı andır. Sıradan bir yemek gibi başlayan ve ötekini de aynılaştırarak olana ortak etme çabaları aslında sinsice planlanmıştır. Erkeksen onlar gibi olmalı ve gücü elde etmeli ya da edilmesine göz yummak zorundasındır. Hegemonik erkeklik anlayışı, bireyden erkek egemen dünyasında kalabilmek için gerekenlerin yapılmasını ister ve hatta dayatır. Erkek, güç sahibidir. Her türlü iktidar ondan sorulmalıdır. Bunca emeğin karşılığında kadını sadece bir zevk ve eğlence aracı olarak görür. Ancak burada da ikiyüzlü bir ahlak anlayışı vardır. Kendilerini kamusal alanda iyilik timsali, iman sahibi, ahlak abidesi ilan edenler; bağ evi gibi mekânlarda hegemonik erkekliğin gereğini yerine getirmek zorundadırlar. Yoksa dışlanacaklardır. Bunu yaparken de kadının benliğini, kimliğini, varoluşunu hiçe sayacaklardır. Sadece kadın kimliğine değil erkeklik tanımlarına halel getirecek her türlü kimliği de açıkça savaş açmaları da gerekmektedir. “Erkekliğin Kitabı” (!)  bunu gerektirir çünkü. Sadece bu değil, farklı etnisiteler de sistemin dışına itilecek, gerektiğinde cezaları verilecektir.


Temeldeki ataerkil iktidar savaşı, yüzyıllar içinde değişim göstermiş, sistematik bir kötülük anlayışı kasabaya hâkim olmuştur. Hemen herkesin bundan bir çıkarı vardır. Düzeni bozacak her türlü girişim “kötülüğün sıradanlığı” sayesinde bertaraf edilecektir. Filmin ana teması bu olmakla beraber, hikâyeyi etkili ve sahici kılacak yan öğeler de ustaca eklenmiş. Filmdeki yerel gazeteci Murat karakteri; homofobinin, mevcut ikiyüzlü ahlak sisteminde kötülüğün nasıl sıradanlaştırılabileceğini anlatmak için kullanılmış bir göstergedir. O da; yerel kodlarla hareket eden ve çıkarı için her türlü dalavereyi çevirecek Avukat Şahin, Dişçi Kemal, Emre’yi çaya davet edip sonrasında ona şantaj fotoları gönderen esnaf, Çingeneler ve hatta Obruklar gibi sadece yaşamın içinden bir karakterdir, o kadar.


Yönetmen; didaktik olmadan, gücü temsil eden toplumsal kurumların nasıl da hoyratça kullanıldığı, içlerinin boşaltıldığı, sistemin ve bireysel çıkarların devamlılığı için otoritenin nasıl araç haline getirildiğini anlatırken bir izlence sunduğunun da farkında olarak, eşsiz bir finalle son noktayı koyuyor. Belki de koymuyor. İzleyince siz karar verin. Ama bende bir umut duygusu yarattı.

         Sinemamız bu tarz filmlere hasret kalmıştı. Emeği geçen herkesi kutluyorum.



KURAK GÜNLER FİLMİNİN KÜNYESİ:

Yönetmen: Emin Alper

Senaryo: Emin Alper

Görüntü Yönetmeni: Christos Karamanis

Kurgu: Özcan Vardar, Eytan İpeker

Sanat Yönetmeni: Nadide Argun van Uden

Süre: 2 saat 8 dakika

Tür: Dram, Gerilim


OYUNCULAR

Selahattin Paşalı,

Ekin Koç,

Selin Yeninci,

Erol Babaoğlu,

Erdem Şenocak,

Sinan Demirer,

Nizam Namidar,

Ali Seçkiner Alıcı,

Eylül Ersöz

Yazarımız hakkında daha fazla bilgi edinmek için tıklayınız
KURAK GÜNLER FİLM İNCELEMESİ KURAK GÜNLER FİLM İNCELEMESİ Reviewed by Seyfettin BABAT on Aralık 17, 2022 Rating: 5

14 yorum:

  1. Türkiye'deki toplumu özetleyen bir film izledim. Gayet de göstere göstere işlenmiş konu. Sade anlatım ve oyunculuk değerini artırmış.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Katkılarınız için teşekkür ederiz.Gerçekten izlenmesi gereken bir film.

      Sil
  2. Filme destek vermek için (ki Kültür Bakanlığı' nın yaptığı malum) gidip sinemada izledim ve koltuğa çakılı kaldım resmen. Yazıda tarif edilen sıkışma duygusunu yaşadım. Mesajları adeta pırıl pırıl veren bir film izlemekten ve sonucu (dediğiniz gibi) umuda bağlamaktan memnun ve doygun şekilde ayrıldım. Çok keyifli bir yazıydı, teşekkür ederim.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ben de aynı nedenlerle izlemeye gitmiştim filme. Sinemadan çıktıktan sonra etkisi o kadar uzun sürdü ki anlatamam.Yazıyı beğenmiş olmanıza ayrıca sevindim. Teşekkür ederim.

      Sil
  3. Çok zor bir film gibi geldi, bir şeyleri anlatmaya çalışan yapımlar gerekli değeri görmüyor genellikle

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Sinemada izlenme oranı fena değildi.İzleyici destek verdi.

      Sil
  4. Filmi henüz izlemedim ama aşırı merak ediyorum:) Öncelikle şunu söylemeliyim, çok güzel ve ince ayrıntılı yazmışsınız, emeğinize sağlık. Konu bakımından da fazlasıyla ilgimi çeken ve şu andaki toplumu yansıtan bir film olmuş okuduğum kadarıyla:) En kısa zamanda izlemek dileğiyle:)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Dijital platforma yakında düşecek.Bence o zaman mutlaka izlemelisiniz.Teşekkürler :) Sevgilerimle :)

      Sil
  5. Filmi izlemedim ancak Türk filmlerinin uluslararası festivallere katılması çok sevindirici. Aslında çok potansiyel var ama sanırım sinemaya pek destek yok.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Bu film,sinemada da destek gördü.Beklentiyi karşıladı :)

      Sil
  6. ben bu filmi aşırı merak ediyorum hala izleyemedim. en boş anımda hemen izleyeceğim.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Sinemalarda gösterime devam ediyor mu bilmiyorum ama yakında dijital bir platformda olacağını biliyorum.Şimdiden iyi seyirler :)

      Sil
  7. Merhabalar. Filmi izledikten dakikalar sonra bu yazıyı okudum. Çok güzel sosyolojik bir inceleme olmuş. Tarifsiz duygularımıza tarif olmuş.
    Ben de objektif olarak şunları eklemek istiyorum;
    1. Kamu görevlilerinin görev yaptıkları yerelin gelenek ve göreneklerini iyi tanımaları gerekiyor,
    2. Hukuk herkes için eşit olsmalıysa da hukukun birçok boşlukları maalesef vardır. Uygulayıcı hukuk insanları bunun da farkında olması lâzım geliyor,
    3. Hukuktaki boşluklar gibi yerel sistemlerinde boşlukları var, filmdeki belediyenin yürütmekte olduğu su projesi veya yasadışı silah kullanımı gibi,
    4. Böyle küçük yerlerde görev yapan tüm kamu görevlilerinin bu boşlukların farkında olarak olabilecek en sağlıklı yürütmeyi sağlayabilmeleri için normal insanlardan daha titiz bir yaşam tarzı sürmeleri ve seviyeli ilişkilerde bulunmaları gerekir,
    5. Yukarıda bahsettiğim boşluklar esasında birer güçtür ve birer obruktur esasında. Ve zeki yöneticiler bu obrukları kullanabilir. Belki de zamanla yok edebilir.
    Saygı ve sevgilerimle...
    Umudumuz daim olsun.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Bu güzel fikirleriniz ve desteğiniz için çok teşekkür ederiz. Savcının acemi olması çok büyük bir sıkıntı oluşturdu,beni de ilk görev yıllarıma götürdü film. Sevgilerimle :)))

      Sil

Blogger tarafından desteklenmektedir.